Hep Son Çocuklar Öldürür Annesini..

Share

Beşinci çocuğuna hamileydi Cemile gelin. Karnı burnunda, ha doğurdu ha doğuracak. Ortalığı yakıp kavuran yaz güneşinin altında alnından gözlerine süzülen teri tülbendinin ucuyla sildi. Kendisi, kocası Mustafa ve aynı köyden Kürt Rıza ile karısı Fatey Ana orakla ekin biçiyorlardı.
-*-
Ali ağanın bu köyde hatırı sayılır toprağı vardı. Yağmur mevsiminde bolca yağmış, ekinler de coşmuştu doğrusu. Ekin vakti biçerdöver gelmiş, tarlaları silip süpürmüştü. Ali ağanın bir tepenin yamacındaki kıraç, taşlık tarlası kalmıştı. Tarlayı yaban otlar, dikenler sarmıştı. Ağa hesap kitap yaptı, tarlaya biçerdöveri sokmak karlı olmayacaktı. Mahsulü tarlada bırakıp kurda, kuşa yem etmekte istemiyordu. Mezar yeri kadar toprağı olmayanlar ne güne duruyordu. Mustafa ve Kürt Rıza’ya haber gönderdi. Onlara “ tarlanın yokuş olması sebebiyle biçerdöverin tarlayı biçmediği “ yalanını söyleyip ekledi “Bilirsiniz sizleri severim, gelin bu tarlayı size vereyim. Mahsulün yarısı size, yarısı bana “ dedi. “Aramızda konuşup yarın haber verelim “ deyip izin istediler. Dışarı çıkınca Kürt Rıza, “ Ulan bu herif insana günahını vermez, bu işte bir bit yeniği var” dedi. Dedi ama üniversitede okuyan iki oğlunu düşündü. Kolay mı yoksulun çocuklarını okutması. Mustafa’nın ise beşinci çocuğu yoldaydı, yedi baş nüfus, ne yiyip ne içecekler. Birlikte yoksulluğa sövdüler, Ali ağanın gelmişine, geçmişine saydırdılar. Günün sonunda mecburen kabul ettiler.

Akşamdan oraklar, ellikler hazırlandı. Kadınlar da bidonlarla su ve yemek çıkınlarını hazırladılar. Gün doğmadan kalktılar. Heybeler eşeklere yüklendi, köyün dışına kadar erkekler, sonra da kadınlar bindi eşeklere. Çünkü erkekler dururken kadınların eşeğe binmesi, hele köylüler tarafından bu şekilde görülmesi çok ayıptı. Tarlanın kenarında bir ağacın gölgesine heybeleri indirdiler. Eşekleri otlasınlar diye kazıklara bağladılar. “ Bismillah “, deyip bir uçtan başladılar. Orak, ellik, diken, ateş topu gibi güneş, eşek arısı, buğday başakları ve bolca alın teri.. Öğlen ağacın gölgesinde toplandılar, çıkınları açtılar, yufka, çökelek, domates, peynir.. Kürt Rıza “ ben söylemiştim, tarlayı diken, ot basmış.. Vay namussuz ağa vay.. “ diye sövdü, saydı.

Evet, karnı burnundaydı Cemile gelinin. En büyük çocuğu on yaşında ki Gülsüm’dü. O bakıyordu kardeşlerine. Kürt Rıza ve Fatey Ana Cemile gelinin bu halde gelmesine razı olmadılar. Akşam köy yolunda Rıza “ Ula Mustafa, dedi, Cemile kızım böyle iki canlı tarlaya gelmesin. Yoksa bozuşuruz. “ Ama ertesi gün soluğu yine tarlada almıştı Cemile. Fatey Ana “ Allah korusun, kendini düşünmüyorsan karnındakini düşün..“ diye çıkıştı. Oysa ikisi de biliyordu ki buralarda kadınların kaderi buydu. Tarlada doğurup, taşla göbek bağını kesip çalışmaya devam eden kadınların hikayeleri anlatılırdı. Cemile “ bişey olmaz Fatey Ana, dinlenerek çalışırım “ dedi. Çalışkandı Cemile gelin, eline ayağına çabuk. İçten, yardımsever, neşeli..

Ekin orakla biçiliyor, desteler bir araya yığılıyor, eşeğin sırtına yüklenip harman yerine taşınıyordu. Bir hafta kadar sürdü bu iş. Bir akşam saati harman Patoza verildi, gece rüzgarda yabayla savruldu, saman bir tarafa, buğday bir tarafa. Mustafa’yla Rıza yorgunluktan bitkin düşmüşlerdi. Harman yerinde lastik ayakkabılarını yastık eyleyip yorgun bedenlerini toprağa bıraktılar. Sabahleyin Ali ağanın sesine uyandılar. Yüzü asıktı ağanın, mahsul umduğu kadar çıkmamıştı. Buğdayın ve samanın yarısını Ali ağaya ayırdılar. Kalan yarısını da kendi aralarında pay ettiler. En sona toprağa karışmış, içinde tek tük buğday bulunan “Harman Dibi “ denilen kısım kalmıştı. Ali ağa onunda yarısını istedi. “ Tavuklara veririm “ dedi. Mustafa dişlerini sıkarak “ Ali dayı biz almayacağız, hepsini al “ dedi. Ağa gidince Kürt Rıza yakası açılmamış ne kadar küfür varsa saydırdı. Hırsından yere çarptığı yaba iki parçaya ayrıldı.

O günün akşamı Cemile’nin doğum sancıları tuttu. Eltilerine, komşu kadınlara haber ettiler. Daha önce dört doğum yapmıştı Cemile. Ama bu defa bir şeyler ters gidiyordu. Kadınlar telaş içinde koşturuyorlardı. Sıcak sular, bezler.. Nihayet bebenin çığlığı duyulmuştu. Evet, bebek sağ salim doğmuştu ama Cemile iyi değildi; kanaması durmuyordu. Kadınlar bildikleri her yolu denediler, ama olmuyordu. Haber ettiler, bir araçla ilçeye, sağlık ocağına götürdüler. Doktoru evinden çağırttılar. Doktor uykulu gözlerle muayene etti, serum verdi. Sonunda “ Burada imkanlar yeterli değil. Acilen şehre, tam teşekküllü bir hastaneye gitmesi lazım.” dedi. Sağlık ocağının tek ambulansı da arızalıydı. Bir binek aracıyla yola koyuldular.

Cemile’nin benzi buğday başakları gibi sararmış, susuz kalmış otlar gibi solmuştu. Bir ara gözlerini araladı, “ bebeğim, yavrum nerde, acıkmıştır..“ diye mırıldandı. Eltisi Satı, şaka yollu “ merak etme kız, köyde her evde doğurmuş bir gelin var. Biri emzirir, aç kalmaz sıpa.. “ dedi. Şehrin yolunu yarılamışlardı ki, Cemile gelin kendinden geçti. Satı hafifçe sarstı onu, elini alnına götürdü. “ Durun!.. diye inledi, durun, gitti bu kadın, gitti, gitti.. “ Mustafa’nın eli ayağı boşanmış, ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Şoför “ telaş etme abla, belki bayılmıştır, az kaldı “ deyip moral vermeye çalışıyordu. Bir umut vardılar şehre, hastaneye. Acile aldılar, uzun sürmedi muayenesi, doktor hasta yakınlarını sordu; “ üzgünüm, hastayı çoktan kaybetmişiz “ dedi.

Ertesi gün köye getirildi Cemile’nin cenazesi. Günahsız, masum bir çocuk dünyaya gözlerini açarken, bilmeden annesini dünyadan uğurluyordu. Köylülerden bazısı yetim kalan yavruya üzülüyor, kimisi de ona ana katili gözüyle bakıyordu.
Uzun sürmedi, Cemile’nin haftası dolmadan mezarının yanına avuç içi kadar bir çukur daha kazdılar; ölmüştü son çocuk.

Hasan Aksoy 

Leave A Reply