Mezarlıkta Kahkaha..

Share

Selahattin sekiz yıllık eşi Cemile’ye;
– Cemile, ben evlenmeye karar verdim, dedi.
Dizlerinin bağı çözüldü, yüreği sıkıştı, gözleri karardı Cemile’nin, olduğu yere yığıldı.
Son zamanlarda kocasında ki değişikliği fark etmiş, ama böylesi bir şeyi aklından bile geçirmemişti. Sekiz yıl önce İmam nikahıyla evlenmişlerdi. Biri okul çağında üç çocukları olmuştu.
Gözyaşlarını silerken;
– Peki ya çocuklar, ben.. Biz ne olacağız, dedi.
Selahattin;
– Bunları konuştuk,. Sen de çocuklarda bir yere gitmiyorsunuz. Hepsini kabul etti.
– Ya ben Selahattin, ben kabul edecek miyim?
– Orasını sen bilirisin, deyip salona geçti. Kumandayı arandı, kanepeye uzandı, kanalları karıştırmaya başladı.
Cemile gözlerini kuruladı, ocakta ki yemeğe baktı. Sofrayı hazırladı. Kocasına seslendi, kendisi sofraya oturmadı. Akşam yatağa girdiklerinde;
– Etme Selahattin’im, ele güne karşı rezil etme bizi. Üç tane çocuğumuz var.
Yapamam, kabul edemem. Kahrımdan ölürüm, dedi Cemile.
Aldırış etmedi Selahattin, arkasını döndü, uyudu.

Bu iş olmasın diye her yolu denedi Cemile. Yalvardı, ağladı, “ canıma kıyarım” dedi. Üzüntüden bir deri bir kemiğe döndü. Ama kocasına söz geçiremedi. Son çare ana babasına, kardeşlerine sığınmak istedi. “ Alıp çıkacağım çocukları, dayanamıyorum “ dedi. Babası, “ üç çocukla nasıl yapacaksın. Kocandır, erindir. Bak sizi sokağa atmadı ya. Mademki kadında kabul ediyor, sende zamanla alışırsın “ dedi. Cemile her çaresiz insan gibi yürekten haykırdı, “ Allah’ım sana sığınıyorum, başka kimsem yok artık..”

Birkaç gün sonra yeni yatak odası takımı geldi, eskileri alıp gittiler. Taze gelin için hazırlıklar tamamlanmıştı. On gün sonra da getirdiler taze gelini. “ Azrail’im, “ dediği kuması gelmişti işte. Uzun boylu, alımlı, güzel bir kadındı Gülendam. Sırtını döndü Cemile, görmek dahi istemiyordu. Konuşmadı günlerce, taze gelin kendisine “ abla “ diye sesleniyordu. Duymazdan geldi, girdiği odadan kaçtı. Çocuklarına ilgi gösterdiğinde, çekip aldı kucağından. Akşam olmasın diye dualar ediyordu. Çünkü akşam demek Selahattin’in taze gelin Gülendam’ın koynuna gitmesi demekti. Sonra cilveleşmeler, kıkırdamalar, iniltiler.. Kulaklarını tıkıyor, başını yorganın altına sokuyor.. Dayanamıyordu bu işkenceye.. Ağlıyor, ağlıyordu, göz yaşı kuruyana dek.. Çocuklar evin yeni üyesine ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Selahattin ona “ anne “ demelerini istiyor, Cemile ise “ abla “ demelerini tembihliyordu. Selahattin taze gelin Gülendam’a resmi nikâh yapmış, evi de onun üzerine tapu etmişti. Cemile’den olan çocukları okula gidebilmeleri için onun üzerine kaydettiler. Kabul etti Cemile, “ yeter ki çocuklarım okusun “ dedi.

Aynı evde bir koca, iki kadın. Biri eski gelin, diğeri taze gelin. Zamanla konuşmaya, birbirlerini anlamaya, hatta dertleşmeye başladılar. Gülendam da bir kader kurbanıydı. Evlenmiş, aldatılmış ve ayrılmıştı. Cemile, “ Mademki bu acıları yaşadın, evli, çoluk çocuk sahibi adama niye vardın a bacım. Bizi mi buldun, hayatımızı zehir ettin, “ dedi. “Abla, dedi Gülendam, cahillik de, kandırıldı de, kocam olacak namussuz beni aldatmıştı, ayrıldım. Adım dula çıktı, ne bileyim işte.. Ben de anlamadım ne olduğunu.. “ Böyleydi işte, canı acıyan herkes bir başkasına acı vererek rahatlıyordu. Birbirinden çalıyor, birbirini sömürüyor. Aldatılan kadın ya da erkek, bir başkasının aldatılmasına sebep oluyordu. Erkek aldattığında çapkın, hovarda oluyor, kadın ise o….pu oluyordu. Hovarda baş tacıydı, or…pu dışlanıyor, şiddete maruz kalıyor, namus adına ölüme mahkum ediliyordu.. Erkeğin adaleti, erkeğin ahlak anlayışı buydu işte..

İki çocukta Gülendam’dan olmuştu. Hele ilk doğum.. Selahattin işteydi. Cemile kendi elleriyle doğumunu yaptırmıştı. Yıkayıp kuruladığı bebeği kumasının kucağına verirken “ nur topu gibi bir kızın oldu. Kaderi bizimkine benzemesin inşallah“ demişti.

Birkaç yıl sonra Selahattin amansız bir derde, kansere yakalandı. Kemoterapi gördü, saçları, kaşları döküldü, cıscıbıl, kelaynak kuşuna döndü. Sabahlara kadar inim inim iniliyordu. Canını alsın, alsın da acıları dinsin diye Allah’a yalvarıyordu. Ekonomik sıkıntılar başlamış, taze gelin işe girmiş çalışıyordu. Hasta Selahattin’e ve beş çocuğa Cemile bakıyordu. Doktorların biçtikleri altı aylık ömür dolmadan öldü Selahattin. İki kadın sarıldılar birbirlerine, ağlaştılar. Defnedildi, herkesler çekildi mezarlıktan. İki kadın kalmıştı mezarlıkta. Önce Cemile toparladı kendini ve;
– Yürü bre Selahattin, dedi. Gittiğin yer Allah’ın huzuru, Gülendam’ın koynu değil..
Sonra Gülendam’a döndü.
– Kalk kız, dedi. Bir domuz eksildi bu dünyadan. Ona ağlayacağımıza kendi halimize ağlayalım, başımızın çaresine bakalım. Ha bu arada, iki kişilik mezar yeri almış. Ötekini hangimiz için almış, sana söyledi mi? Cevabı da kendisi verdi, “ koynuna sen girdin, artık mezar da senin hakkın. “
Deminden beri susan taze gelin Gülendam gülümsedi;
“ Abla dedi, en iyisi yazı tura atarız. Artık kime denk gelirse.. “

Kurulduğundan bu yana gözyaşının, ağıtların eksik olmadığı mezarlıktan bir kahkaha tufanı yükseldi. Etrafta ki ağaçlara tünemiş kuşlar ürküp uçuştular. Bu kahkahanın sahipleri Cemile ve taze gelin Gülendam’dan başkası değildi.
Gülendam sokulup koluna girdi Cemile’nin. Kuma değil de, iki yakın dost, kardeş gibi evin yolunu tuttular..
Hasan Aksoy

Leave A Reply