KART EROL..

Share

Koğuştakilerin her biri değişik suçlardan yatıyorlardı. Adam öldürmek, öldürmeye teşebbüs, yaralama.. Erol’da bunlardan biriydi. Suçundan dolayı biz ona “ Kart Erol “ diyorduk. Bir banka memurunun ağzına kredi kartlarını doldurmuş, onu boğmaya çalışmıştı. Zavallı memurun ağzından tamı tamına 83 adet kredi kartı çıkarmışlardı. Buyurun bu garip adamın, garip hikâyesini kendisinden dinleyelim:

“ Ah dostlar, ah sevgili canlar.. Ben kulunuz Erol, oldubitti bu para işine akıl sır erdiremedim. Hele paranın para kazanmasını hiç anlayamadım. Onun için bu bankalardan, borsadan, dolardan filan nefret ederim.

Eskiden bizim ilçede bir tane banka vardı. O da Ziraat Bankası. Yüksek bankoların arkasında yaşlanmış emmi ya da abla diyeceğin memurlar vardı. Öyle ki, bu memurların – affedersiniz – oturdukları koltuk kalçalarının şeklini almıştı. Memur gıcırdayan koltuğunda arkaya uzanır, ağır metal çekmeceyi çeker, yüzlerce kartın içinden sana ait olan kartı bulur ve işlem yapardı. Bu memurları bütün ilçe ve köy ahalisi tanırdı. Memurlar herkesle hal hatır eder, içecek bir şey ısmarlardı. Herkes bunlara güvenir, işi yapılsın diye banka cüzdanını bırakır, çarşıya alış – verişe gider, dönüşte de cüzdanını alır giderdi.
Bankada kuyruklar olurdu ki, bu kuyruklar insanların en sosyal zamanları idi. Birbirleriyle konuşur, hal hatır ederlerdi.
En arkada ki odalardan birinde müdür otururdu. Müdüre yaklaşmak ne mümkündü. Kapısını tıklatmadan, “ giriiin “ çağrısını duymadan içeri girmek mümkün değildi. Bir otorite vardı canım, bir ağırlık vardı.
İşte ne zaman ki birleri “ çağ atlayacağız “ deyip de ortaya çıktılar, bu ülkenin dengesi bozuldu. Bankalar da bundan nasibini aldılar. Önce bankaların görüntüsü değişti; resmen mobilyacı dükkanına döndü. Gayet şık ve hafif dekorlar, tabelalar, kapısı sonuna kadar açık camla bölünmüş odalar vs vs.
Kuyruk filan kalmadı. makinelerden numara alıyor, sonra da öküz trene bakar gibi yanıp – sönen numaratöre bakıyor ve sıranın gelmesini bekliyorsun. İnsanların kafası sürekli hava da olduğundan, birbirlerine bakmıyor, görmüyor, konuşmuyorlar.
Bankalarda o eski abla ya da ağabeylerden eser yok. Bütün çalışanlar otuzun altında. Cillop gibi kızlar, yakışıklı oğlanlar.. Hepsinin otuz iki dişini sayabilirsin. Yani ben kulunuz merak ederim ki, bu memurlar orta yaş olunca, ya da yaşlanınca nereye götürürler? Ne iş yaptırırlar? Benim ki merak işte..
Hele reklamlar, kredi kartı reklamları.. Bizleri kredi kartı almaya, harcamaya yapmaya özendirirler. Yurdum insanı da kartla alış-verişi bedava zanneder. Alır kartları, yapar harcamayı, sonra da kapıda asık suratlı icra memurları..
Ah canlarım, eskiden veznedar diye bir şey vardı. Islak bir süngere parmaklarını batırır, elinde ki parayı sayar, sonra da para sayma makinesinden geçirir öyle verirdi. İşte bu çağ atlayıcılar bankamatik deyi bir şey icat edip parayı sokağa attılar. Ulan para bu kadar kıymetli ise, neden sokağa atarsınız, değil mi?

Neyse efendiler, biz hikayemize geçelim. Çalıştığım işyeri devletin aldığı karar gereği, maaşlarımızı banka üzerinden ödeyecekti. Bankadan ütülü yüzlü oğlanlar, fıstık gibi kızlar geldi ve bize sistemi anlattılar. Tam kırk sayfadan oluşan bir sözleşme imzalattılar.
Bu olaydan on gün sonra işyerinde telefonum çaldı ve bir kuryenin bana kredi kartı getirdiğini söylediler.
– Böyle bir talebim yok, yanlışlık olmalı, yol verin gitsin, dedim.
Telefonum tekrar çaldı, görevli arkadaş;
– Erol Bey, kurye gitmiyor, ilada sizinle görüşmek istiyor, dedi, telefona verdi.
– Buyur canım kardeşim, ne istiyorsun? dedim.
– Beyefendi, bu kartı banka gönderdi, almak durumundasınız.
– Benim böyle bir talebim yok, siz alın o kartı, bankaya geri götürün, deyip hırsla telefonu kapattım.
Bir saat kadar sonra kurye merkezden aradılar.
– Erol Bey, arkadaş kartınızı getirmiş, almamışsınız. Kurye hizmetini kartınıza borç kaydetmek zorundayız.
– Hassss.. Ulan, dedim, kredi kartınızın da, sizinde …
İki saat geçti geçmedi, banka şubesinden aradılar;
– Erol Bey, biz size jest olsun diye limiti sınırsız bir kart gönderdik, almamışsınız. Üstelik görevlilere hakaret etmişsiniz.
– Ulan görevli bey kardeşim, dedim, siz benim kredi kartı jestinden hoşlandığımı nerden biliyorsunuz ? Ben on iki eylül kuşağıyım. İşkenceden hoşlanıyorum, alışkanlık yapmıştı. Şöyle elektrik, ayaktan asma, tırnak çekme.. Sizin kart jestiniz beni kesmez.. Hasta etmeyin lan beni, istemiyorum, deyip telefonu kapattım.
Ertesi gün, bankanın genel müdürlüğünden aradılar.
– Beyefendi, kalite gereği görüşmemiz kayda alınıyor. Size kredi kartı gönderilmiş, almamışsınız, üstelik çalışanlarımıza hakaretler etmişsiniz.
– Ulan dedim, etmek istediklerimin yanında ettiklerim hiç kalır. Kardeşim, ben böyle bir kart talep etmedim, anlayışınız kıt mı, bırakın yakamı.
– Bakın Erol Bey, siz hesap açılışında bir sözleşme imzaladınız mı, imzaladınız. Bu sözleşmenin 1232. maddesi der ki; “ bankanın geliştireceği yeni hizmetlerden yararlanacağım, adıma düzenlenen kartları kabul edeceğim “ Biz keyfimizden mi gönderiyoruz. İşte altında imzanız var.
Herifçeğiz böyle deyince tepemin tası hepten attı;
– Ulan, senin baban o yazıyı okuyabilir mi ki, bende okumuş olayım. Güzel ağzımı bozdurma lan..
– Beyefendi, hakaret etmeyin. İstemiyorsanız kartı iptal ettirin. İyi günler, deyip telefonu suratıma kapattı.

O hırsla fırladım banka şubesine gittim. Gittim diyorsam, İstanbul’da öyle kolay mı. Üç araç değiştirip, iki saatte gidebildim. Kapıda ki güvenlikçinin yardımı ile numara aldım, sıramı bekledim. Bir saat kadar sonra bana sıra geldi. Görevliye istemediğim bir kart geldiğini, iptali için geldiğimi söyledim. Bankacı kız sanki yeni banyodan çıkmış gibi, saçları ıslak mı jöleli mi anlayamadım. Bana;
– Ama beyefendi, siz yanlış gelmişsiniz. Ben kurumsala bakıyorum, sizin işiniz bireysel, dedi.
– Eee, noolacak, dedim.
– Yeniden numara almanız gerekiyor.
– Bak jöleli kızım, bak sulu sepken yavrum, bir saat sıra bekledim, halledin şu işimi.
– Beyefendi terbiyenizi takının ve lütfen beni meşgul etmeyin.
Ben kulunuz çaresiz tekrar numara aldım ve beklemeye başladım. Neyse, sıram geldi, derdimi anlattım. Görevli başını salladı ;
– Size yanlış bilgi vermişler. Biz şube olarak kart iptali yapmıyoruz, merkeze gitmeniz gerekir, dedi.
Benim gözüm seğirmeye, sırtım kaşınmaya başlamıştı.
– Yahu, dedim, dalga mı geçiyorsunuz. İki saat oradan oraya koşturdum, sonra da “ yok olmaz “ diyorsunuz. Kim lan bu bankanın müdürü, müdüre şikayet edeceğim sizi, diye avaz avaz bağırmaya başladım.
Çam yarması bir güvenlikçi, beni koltuğunun altına alıp, affedersiniz çamaşır sepeti gibi kapının önüne koydu. Caddenin karşısına geçip, içim rahatlasın diye, bir güzel sövdüm.
Ben artık bunu onur meselesi yapmıştım. Ne edip, edip bu kartı bugün iptal ettirecektim. Koştum belediye otobüsüne. Otobüs tıklım tıklım. Her durakta şoför önden arkaya sesleniyor;
– Kardeşim sağlı sollu ilerleyin, adamı hasta etmeyin !
Şoför her bağırdığında biz arkaya doğru yükleniyoruz. Resmen istif halindeyiz. Benim gibi ufak tefek adamlar ya eziliyor, ya da kalabalığın üzerinde yüzüyordu. Kiminin ayağı camdan sarkıyor, kiminin suratı çöpçü balığı gibi cama yapışmış. Diğer arabalardaki vatandaşlar kendilerine öpücük yolluyoruz zannedip, onlarda öpücük gönderiyorlar.
Şoför kapıları kapatmıyor, iriyarı güçlü yolcular kapının ağzında durarak yolcuların aşağıya düşmesini engelliyordu. Otobüsteki kokuyu tarif etmeye imkan yok; ayak, koltukaltı, sarımsak, çürük diş kokusu, insan bu kokudan bile ölebilir. Bir ara boğulacağım zannettim ve şoföre seslendim;
– Kardeşim, artık yolcu alma, öleceğiz, yokmu bunun havalandırması? Şoför sinirli;
– Geber ulan, sanki benim tepemde klima var. Sen şimdi defolup gideceksin, ya ben.. Akşama kadar halim bu.. Rahatsız olduysan in, bir taksiye bin, defol git..

Bir ara camdan dışarı bakabildim; hemen dibimizde üstü açık bir araç. İki tane güneş gözlüklü delikanlı, saçları jöleden ışıl ışıl.. Açmışlar müziğin son sesini; çıs taka, çıs tak..
Bir otobüs dolusu vatandaş olarak bu arkadaşların yakınlarının kulaklarını bir güzel çınlattık.

Sonunda bankanın genel müdürlüğüne gelmiştim. Otobüsten indim, yamulmuş bakır tel gibiydim. Kendime gelmem epey zaman aldı. Tam bankadan içeri gireceğim, güvenlikçi kapının kilidini çevirdi, sonrada kapalı levhasını astı. Eliyle de “ kapalıyız “ işaretini yaptı. Ulan üç saat yol gelmişim, tam içeri gireceğim, banka kapanıyor. İmkanı yok, ben bu işi halledeceğim. Yüklendim kapıya. Güvenlikçi sinirli araladı kapıyı;
– Görmüyor musun kardeşim, kapalıyız. Mesai bitti. Git, yarın gel.
Çektiklerimi anlattım, rica ettim. Yok, kapıyı kapatıp kilitledi. Çaresiz aynı yolu, aynı konfor içinde geri döndüm. Gece boyunca kabuslar gördüm; kredi kartları, haciz memurları, jöleli zebaniler..
Ertesi gün doğrudan genel müdürlüğün yolunu tuttum. Numaramı aldım, ve sıramı bekledim. Gelince de koştum. Bir çırpıda olanı biteni memura anlattım, sonrada;
– İptal edin şu kartı, yoksa çıldıracağım, dedim. Memur;
– Öncelikle kart ücretini, kurye ücretini ve hesabınız artıya geçsin diye bir TL’yi rica edeceğim. Sonrasında şu numarayı telefonla arayacaksınız, müşteri temsilcisi arkadaşımız iptal işleminizi gerçekleştirecek.
Ben bunu duyunca bütün kanım tepeme çıktı, her tarafımı ter bastı.
– Bak güzel evladım, ütülü gömlek yüzlü yavrum, beni hasta etmeyin. İstemediğim bir kart için neden para ödeyecekmişim. İptal edin şu kartı.
– Kendinize gelin lütfen. Ne öyle yavrum, evladım. Yapın ödemenizi ve gidip telefonla kapattırın.
Lanet olsun, tek kurtulayım şu beladan, deyip parayı ödedim. Telefon numarasını aldım, söylenerek yürüdüm.. Öyle ki, bildiğim bütün argo sözcükler, kesici ve delici bütün alet edavat damarlarımda dolaşıyor gibiydi. Tam kapıdan çıkarken biri bana seslendi;
– Beyfendi, bakar mısınız lütfen?
Arkama döndüm, şık ve süslü bir bankonun arkasında traşlı, jöleli bir delikanlı.
– Buyurun sizi şöyle alalım. Sizinle yeni bir hizmetimizi paylaşmanın mutluluğunu yaşamak istiyorum.
– İstemem kardeşim, istemem, dedimse de koluma yapıştı. Sonra da;
– Siz bizim için kıymetlisiniz. Bu hizmetimiz hiçbir bankada yoktur. Bu kart..
Sözünü kestim;
– Uzatma, ne kartı bu?
– Bu kart limitsiz, bu kart dünyanın her yerinde geçer, bu kart öyle bir kredi kartı ki, dedi, sonrasını duyamadım..
Sanki göğü kap kara bulutlar kapladı. Beynimde şimşekler çaktı. Gözlerimin önüne siyah bir perde indi. Günlerdir yaşadığım stres, sıkıntı, eziyet.. Kendimi kaybetmişim.
Kendime geldiğimde bir hastanede, ranzaya bağlı olarak yatıyordum.
Sonrasını biliyorsunuz, kredi kartı ile adam öldürmeye teşebbüsten içerdeyim. “

Hasan AKSOY 

Leave A Reply