Mor Dut

Share

Solmaz Kadın burnundan soluyordu.
Tombul yanakları kızarmış, ter alnında boncuk boncuk olmuştu.
– Seni lanet seni, seni canavar seni, sonunda buldun belanı, diye söyleniyor, önüne gelen taşları topluyor, onları bir harman haline getiriyordu..
Oğlu Şaşıbeş Selim’e;
– Köyde ki bütün arkadaşlarını topla. De ki, anam size tarhana verecek, iğde verecek, kaymaklı yufka verecek de. Gelin, bizim dereye gelin de..
Çağrıyı duyan çocuklar biraz şaşkın, biraz heyecanlı koşturuyorlardı.
Onları gören Solmaz Kadın;
– Gelin yavrularım, gelin kuzularım toplanın, diyordu.
Çocuklardan biri;
– Solmaz Hala, niye çağırdın ki bizi, diye sordu.
Solmaz kadın çocuklara el etti;
– Toplanın kuzularım, şu taşların etrafında toplanın, dedi.
Çocuklar koşuştular, taşların etrafında bir halka oluşturdular.
Hepsi bu dev yapılı kadının ağzından çıkacak sözcükleri bekliyordu.
– Arkanızı dönün, dedi, dönünde şu dut ağacına bir bakın!..
Az ötede, derenin kenarında ki dut ağacını gösteriyordu. Deminden beri Solmaz Kadın’ı izleyen çocukların o tarafa bakmak akıllarına bile gelmemişti. Şimdi şok olmuşlar, ağızları açık dut ağacında ki korkunç manzaraya bakıyorlardı. Kahve, siyah tonlarda, kırçıl, tüylü bir kedi, boynundan geçirilmiş bir iple dutun dalına asılmış, öylece sallanıyordu. Çocuklar şaşkın, büyümüş gözlerle bakıyorlardı. Bu şaşkınlığı, ürkütücü ortamı, bir o kadar ürküten sesiyle Solmaz Kadın bozdu.
– Hadi yavrularım, alın şu taşları, alında şu yedi canlı lanet hayvana atın, deyip, koca bir taşı kediye doğru fırlattı. Önce oğlu Şaşıbeş Selim, sonra birkaç çocuk, sonra diğerleri.. Kaptıkları gibi taşları kediye fırlatıyorlardı. Taşlar yağmur gibi yağıyordu. İpte sallanan kedi kasılıyor, çaresizce çırpınıyordu.
Bazı çocuklar isteksizce taşlıyordu, sanki bilerek isabet ettirmiyordu. Kediye acıdıkları, üzüldükleri yüzlerinden okunuyordu. Büyük çoğunluğu ise var güçleriyle fırlatıyorlardı. Taş hedefi bulmadıysa daha yakına gidiyor, taşları oradan atıyorlardı. Taşları büyük bir hınçla atan çocuklar, babasından, anasından, okulda öğretmenden dayak yiyen, bolca mahalle kavgası eden çocuklardı. Fırlattıkları taşlar kediye isabet ettiğinde, yedikleri dayakların öcünü alıyor gibiydiler.. Öyle ki, yaşadıkları acılar sanki uçup gidiyordu.

Solmaz kadının kocası yıllardır yurt dışında, gurbetteydi. Yılda bir izine gelir, on gün kadar kalır ve giderdi. Kadın altı çocuğa hem analık, hem babalık etmeye çalışıyordu. İşte Solmaz Kadın’da bu kedinin bedeninde rahatlıyor gibiydi. Sanki kocasından hıncını alıyordu. Yalnızlığın, çaresizliğin, erkeksizliğin acısını çıkarıyordu. Taşlar kediye değdikçe acısının bir parçası süzülüp gidiyordu.
Başından beri isteksizce taş atan çocuklardan biri;
– Solmaz Hala bu kediyi kim astı buraya, hem ne günahı var ki taşlıyoruz, yazık değil mi, dedi. Solmaz Kadın hınçla çocuğa baktı ve gürledi;
– Ben astım ulan ben, it dölü.. Keyfimden mi astım, bu lanet hayvan benim nice emeğimi zehir etti.. Hırsız, namussuz.. Kaç kazan sütümü, yoğurdumu, peynirimi harap etti.. Yakalayana kadar neler çektim.

Evet, bunca canı acımış çocuğun, Solmaz Kadın’ın bedenlerine işlemiş acılar bugün ipte sallanan kediye geçiyordu. Acı öyle bir şeydi ki, insan bedeninde gezinir dururdu. Kabul etmezdi insan bedeni, bir başka hayvana, insana, canlıya aktarıldığında rahatlayabilirdi. Acı durmuyordu insan bedeninde, varlığı huzursuzluk, öfke, sonrasında şiddetti.. Bir başkasına geçmeden olmazdı.. İşte tüm bunlar yaşanıyordu yeryüzünde. Acılar çoğalıyor, bedenden bedene geçiyor, en çokta çocuklar, hayvanlar ve güçsüzlerin bedeninde toplanıyordu.

Solmaz Kadın kedinin öldüğüne kanaat getirmişti. Çocuklardan biri ağaca tırmandı, ipi çözdü ve kedi kanlar içinde yere düştü. Kediyi sürükleyip dereye attılar.
– Siz sağolun kuzularım, hadi gelin. Size söz verdiğim gibi tarhana, iğde, kaymaklı yufka vereceğim.
Büyük bir kısmı onunla beraber gitti. Kalan küçük bir grup sessizce dağıldı.

Bu olayı yaşayan çocuklar, akşam ana babalarına anlattılar. Kimisi kadına sövdü, kimisi, “ iyi etmiş “ dedi. Küfürbaz Musa, “ Herifsizlik başına vurdu kahpenin “ dedi..

Yıllardır mor dut diye bilinen ağacın bu olayla kaderi değişti. Artık kimse o güzelim mor dutun yüzüne bakmaz olmuştu. Çocuklar,
– Bu duta, asılan kedinin kanı bulaşmış, derlerdi.

Hasan AKSOY 

Leave A Reply