Herkesin Bir Yarası Vardır..

Share

Üç yaşımda yürümüşüm. Hayal meyal hatırlıyorum.
Benden iki yıl sonra doğan kardeşim koşup oynarken, ben kertenkele misali yerlerde sürünüyormuşum. E doktor varmış tabii, ama taaa şehirde.. Şehre, doktora götürecek para nerede..
Anam köyde ki koca karıların bütün tavsiyelerini üzerimde tatbik etmiş. Yedirmediği, kaynatıp suyunu içirmediği ot, taş, toprak kalmamış, ama nafile.. Şakır şakır konuşan ben, bir türlü ayağa kalkamıyor, sürüngenler gibi yerleri süpürüyormuşum.
-*-
Yıllar sonra köye bir doktor gelmiş. Benim durumumda olan çocuklar için, “ vitaminsizlikten, iyi beslenmedikleri için, filan “ diyesiymiş.. Vitamin mi, o da ne ki.. Nereden bileceğiz. Elimize ne geçerse onu yiyoruz. Misal ben, avuç avuç toprak yediğimi, anamın boya diye evin duvarlarına sürdüğü beyaz toprağı lolipop yalar gibi yaladığımı hatırlıyorum. Bu da demir eksikliğindenmiş, ne demekse..
-*-
Neyse biz hikayemize dönelim. Köye bir çerçi gelmiş. (çerçi, eskiden eşek ya da at sırtında köyleri dolaşan seyyar satıcı, AVM ) Bu çerçi anama “ Falan köyde bir türbe varmış. Yürümeyeni koşturuyor, konuşmayanı keklik gibi öttürüyormuş “ demiş. Bunu duyan anamın içinde bir umut ışığı belirmiş. Bu haberi benim gibi yürüyemeyen bir kızı olan komşu kadına yetiştirmiş. Birlikte tek ulaşım aracı eşeğin sırtında, türbenin olduğu köye doğru yola koyulmuşuz.

Bizi, türbeye bakan yaşlıca bir kadın karşıladı, bizimkileri dinledi, sonra da; “ Evvel Allah, sonra bu ulu türbe sayesinde iki çocukta yürüyecek. Hatta danalar gibi koşacak, zıplayacak “ dedi. Sonra da, yerde dört ayak onları dinleyen beni kucağına aldı, az ötede bir kapıyı araladı, sırtıma bir şaplak indirdi, “ Hikmetinden sual olunmaz, şu sıpayı ya yürüt ya da canını al.. “ deyip içeri fırlattı. Zavallı ben, bir taş gibi yere çakıldım. İçerisi zifiri karanlık. Bu zifiri karanlık, acıyan canım, başladım feryadı figan ağlamaya, bağırmaya.. Artık o halde, karanlık oda da ne kadar tutuldum bilmiyorum, kapıyı araladılar, ışığı gören ben dört ayak dışarı fırladım. Beni kucaklayıp yatıştırmaya çalışan anamı ittim. Beni bu canavar kadının eline teslim ettiği için ona öfkeyle, kırgınlıkla baktım. Derken karanlık oda sırası komşu kıza gelmişti. Kızı da benzer bir ayinle o karanlık odaya fırlattılar. Aman bir çığlık, taş olsa dayanmaz. Ama kızın anası belki yavrusu yürür umuduyla sessizce bekliyor.

Bunca travmayı yaşayan ben, tekrar o karanlık odaya atacakları korkusuyla olsa gerek, nasıl oldu bilmiyorum, o tutmaz dizlerime sanki can geldi, derman yürüdü. Önce ayaklanıp sonra da koşarak dışarı fırladım. Bunu gören anam peşimden geliyor. Bir yandan da gözyaşları içinde “ yürüdü, yürüdü, şükürler olsun “ diye dualar ediyor.
-*-
Sevgili anacığım, bugün bile yürümemin o türbenin hikmeti sayesinde olduğuna inanıyor.
Ben de yürümemi, beni bir külçe gibi karanlık odaya fırlatan koca karıya ve o karanlık oda da yaşadığım korkunun yarattığı travmaya bağlıyorum. Yürümeye iki yıl geç başladığımdan olsa gerek, aklım yetti yeteli spor yaparım. Zorunlu olmadıkça araca binmez, yürürüm. Yaşadığım her alanı, sokağı, caddeyi spor alanına çeviririm. Köye gittiğimde dağ, dere, tepe dolaşırım. Bu şekilde belki de iki yıl geç yürümemin bende açtığı yaranın izlerini kapatmaya çalışıyorum..
Yukarıda ki fotoğrafta bir basket maçımızdan..
-*-
Sevgili dostlar – utana sıkıla – bir fotomuzu yayınlayalım dedik. Onu da bir çocukluk yaramızın gölgesinde vermeye çalıştık. Galiba onu da beceremeyip, elimize yüzümüze bulaştırdık.
Yoksa birilerinin yaptığı gibi fotoğrafı koyup, altına da şöyle bir mesaj mı yazsaydım;
“ Basketbol oynarken ben.. “

Hasan Aksoy

Leave A Reply