Organik Hayatın Bedeli
(Yol Kenarı Hikâyeleri – Üç)
Köy çocuğuysan, aş-iş derdine sebep yıllarca şehir yerinde sürünmüşsen, yaşlanıp emekli olduğunda toprak seni çağırır; tıpkı benim gibi. Bunca yıldan sonra organik hıyarın, domatesin peşine düşmüş tekrar köylü olmuştuk. “Bismillah” deyip işe hıyar yetiştirmekle başlamıştım. Fideler yeşerip çiçeklendikçe ben sevinçten uçuyorum. Aman o da ne, canım fideler birer ikişer kurumaya başlamaz mı? Meğerse danaburnu denen zalim böcek yiyormuş. Öfkeyle küreği kaptım, bulursam başını bedeninden ayıracağım. Ama yapamadım. Böyle davrandığım için de kendimi ayıpladım, “unutma sen bir doğaseversin, o hayvan da bir can. Bir şekilde karnını doyuracak” deyip hoş gördüm.
Birkaç kök badem, ceviz ağacımız vardı. Hasat mevsimi gelmiş, hanımla kapları hazırladık, kışlık çerezimizi toplayacağız. Amanın tadım için bile kalmamış. Sordum, soruşturdum meğerse sincaplar, kargalar götürüyormuş. Hanım hırsız hayvanlara beddualar ediyor. Ben “öyle deme hanım, onlar da can. Yavruları vardır, demek kışa hazırlık yapıyorlar” deyip anlayışla karşıladım.
Asmalarım var siyah, beyaz üzümler. Ben “bu üzümlerden ne güzel şaraplar yaparım, o şarapları yudumlarken ne şiirler yazar, ne şarkılar söylerim” deyip hayaller kuruyorum. Hasat zamanı geldi ama biz üzümlere yaklaşamıyoruz, eşek arıları resmen bahçeyi istila etmiş. Üzümleri hüpletip kabuğunu bırakıyorlar. Kovayım şu namussuzları deyip bir iki girişimde bulundum, ancak canımı zor kurtardım. Sonra kendime kızdım “neler oluyor sana, onlar da bir can. Sen şarap seviyorsun da arıların üzüm sevmeye hakkı yok mu? Unutma, sen bir doğaseversin“ deyip hoşgörüyle yaklaştım.
Meyve ağaçlarım var; elma, armut. Bilenler “ilaç atmalısın, yoksa meyve filan yiyemezsin“ dediler. Ben“ yok, asla ilaç, gübre atmam. Organik yiyeceğim” deyip kulak asmadım. Meyveler olgunlaşmaya başladı, tapır tapır dökülüyorlar. Bakarım ki hepsi kurtlu. “Neyse canım, organik olduğu nerden belli olacak, elbet kurtlu olacak. Hem canım kurtlar da can. Onlar da yaşamak için yiyecekler. Unutma, sen bir doğaseversin” deyip hoş gördüm.
Bir gün hanım “ciyaaak, yetiş ayakkabıma bir şey girmiş“ diye feryat figan bağırıyor. Giderim ki ne göreyim, tank gibi bir akrep. “Sakin ol hanım, o da bir can. Üstelik kırsalda yaşıyoruz, olacak o kadar. Yolunu şaşırmış herhalde” deyip sükunetle karşıladım.
Neyse uzatmayayım, hayatı doğal yaşayacağız, organik hıyar- domates yiyeceğiz hayaliyle yıllar sonra hanımı da peşimize takmış, buralara gelmiştik. Böcekti, kuştu, akrepti, yılandı bir şekilde yeni hayata adapte olmaya çalışıyorduk. Ta ki sivrisinekler ortaya çıkana kadar.
Sivrisinek diyorsam gece olduğunda ortaya çıkan, o polis sireni gibi sesiyle üzerinize gelen sineklerden değil. Bunlar mini minnacık, saman tozu gibi bir şey. Konduğu yeri asit dökülmüş gibi yakıyor. Bu sebepten olsa gerek adını “yakarca“ koymuşlar. Işık hızıyla hareket ediyorlar. Yüzlercesi, binlercesi üzerine çullanıyor. Akşam oldu mu bizi bir sızı tutuyor. Açıkta bir yerin varsa yandın. Hanımla ben can havliyle çırpınıp duruyoruz. Yatmanın, uyumanın imkânı yok. Çarşafın altına giriyorsun, onlar senden önce girmiş, seni bekliyor. İlaçlar aldık, içeriyi gaz odasına çeviriyorum nafile bir faydası olmuyor. Bir gün, beş gün artık biz uykusuzluktan sarhoş gibi sallanıyoruz. Hanım mızmızlanıyor, bana çıkışıyor. Bir sabah kalktım, valizini hazırlamış: “Allah senin de, doğanın da, organik hıyarın da belasını versin. Canımdan bezdim, ben gidiyorum“ deyip yola koyuldu. Arkasından “yapma hanım, sinek de bir can. Onları da yaradan böyle yaratmış. Bilerek yapmıyorlar ki, acıkınca karınlarını doyurmaları lazım“ filan dedimse de dinlemedi bile, beddualar ederek çekti gitti.
Kaldık bir başımıza. Günler gelip geçiyor, akşam oldumu sineklerle cebelleşme başlıyordu. Bir gün canıma tak dedi. Anadan üryan soyundum, kapının önünde bir kütüğün üzerine oturdum. “Gelin ulan, dedim. Namussuz vampirler, gelin doyurun karnınızı. Kıpırdarsam namerdim. Doyun da rahat bırakın beni.” Garip ama işe yaramıştı. Civarda ki sinekler çıplak bedenimden gıdasını alıyor, ben binlerce ısırıkla sarhoş gibi düşüp uyuyordum. Gene bir gece bu halde kütüğün üzerinde otururken candarma baskın gibi gelmez mi? Kıyafetimi giymeye bile fırsat bulamadan beni karga tulumba kelepçeleyip götürdüler. Meğerse ben anadan üryan kütüğün üzerinde otururken görenler olmuş. Ve candarmaya “çıplak vatandaş“ ihbarında bulunmuşlar. Doğal hayat uğruna başımıza gelenleri onlara da anlattım. Ama kafayı sıyırdığım sonucuna varmış olacaklar ki beni akıl hastanesine gönderdiler. Yaşadıklarıma mı yanayım, bu yaşta el aleme rezil rüsva olduk ona mı yanayım..
İşte böyle canlarım, emekli olunca “köye döneyim, organik hıyar – domates yiyeyim “ deyip de sakın benim durumuma düşmeyin. Benden söylemesi..
Hasan Aksoy