Giysilerin Dili Olsa

Share

Giysilerin Dili Olsa

Yemeden giyime, elektronikten zücaciyeye, uçak biletinden oyuncağa bin bir çeşit mal ve hizmetin satıldığı AVM’nin kapanış saati gelmişti. Günün yorgunluğu yüzlerinden okunan çalışanlar telaşla etrafı topluyor, düzenliyor, bir taraftan da ertesi günün hazırlığını yapıyordu. Nihayet insanlar çekilmiş, ışıklar sönmüş, güvenlik personeli dışında kimse kalmamıştı.

Gecenin bu saatinde artık sahne onlarındı. Onlar, beş katlı AVM’de satılan eşyalardı. İşte bu öyküde bir mağazada ki eşyaların sohbetine tanıklık edeceksiniz. Mağazada kadın ve erkek için çoraptan dona, etekten kazağa, pantolondan gömleğe kıyafet adına her şey satılıyordu. Bazıları raflara yerleştirilmiş, bazıları dolaplara, bazıları da özel askılara asılmıştı. En süslü, en güzel kıyafetlerin örnekleri vitrinlerde mankenlerin üzerinde sergileniyordu.

Kazakların olduğu raftan bir ses geceyi böldü;
“Hey millet, bugün de epey hırpalandık, var mı yarası, beresi olan?“ diye sordu.
Bir tişört inler gibi cevapladı;
“Olmaz mı, kilolu ablanın biri beni deneyip giymeye çalıştı. Patlattı koltuk altını.”
Erkek reyonunda ki bir parka;
“Arkadaşlar, ekonomi malum. Bu sebeple insanlar eskileriyle yetiniyormuş, önceki kadar satılmıyoruz“ diye sohbete katıldı.
Pahalı bir takım elbise kibirli sesiyle;
“Hinlik ediyorsun parka kardeş, herkes bütçesine göre giyinsin“ dedi.
Suni deriden yapılma bir mont;
“Kıyafete siyaset karıştırmayın, herkes haddini bilsin“ dedi.
Bir mankenin sırtında ışıldayan elbise konuyu değiştirdi;
“Ayol beni beğenip, arkadaşlarımı alıp gidiyorlar. Vitrinde evde kalmış kız gibi solacağım, sonra da indirim fiyatına gideceğim. Şansa bak.”
Parka dilini tutamadı;
“İndirim dedin mi akan sular durur. Anlamıyorum, bin liralık bir ürün yarı fiyatına düşüyor. Kimse de, madem beş yüze satılacak, neden bugüne kadar bizi kazıkladınız, diye hesap sormuyor.“
Raflarda, poşetlerin içinde istiflenmiş erkek donu dert yandı;
“Ulan elbisenin derdine bak. Biz ki insan vücudunun en ayıplı, en mahrem yerlerini örteriz. Her türlü kokuya maruz kalırız. Ama bizi aşağılar gibi adımızı “don” koymuşlar, haksızlık bu.”
Benzer dertlerden mustarip çoraplar koro halinde;
“Ya biz, her mevsim insanların ayağındayız. O kokmuş ayakkabının içinde neler çektiğimizi ancak biz biliriz. Akşam eve döndüklerinde daha girişte bizi çıkartır, iğrenircesine kirli sepetine atarlar. Nankör bu insanlar, nankör.”
Mavi bir gömlek;
“Arkadaşlar konu yalnızca fiyat değil, insanlar artık internet üzerinden alış veriş yapıyorlar. Mağazaya gel, kabine gir, kan ter içinde ürün dene.. Artık bunlar tarih oluyor. Sipariş verip evine getirtiyor, deniyor, beğenmezse iade.. Oh ne rahat..”

Arka rafta ki bir kazak;
“Yahu yok mu bugün yaşadığınız ilginç bir olay?” diye ortaya sordu. Sarı bir tişört;
“Olmaz mı, iki kadın kendi aralarında konuşuyordu. Biri eşiyle tartışmış, rahatlamak, stres atmak için buraya gelmiş. Alış veriş yapmanın, para harcamanın psikolojisine çok iyi geldiğini söylüyordu. İnsanları anlayamıyorum, ilk insan yaprakla örtündüğünden beri kıyafet adına neler üretmiş neler.. Konu mevsime, örf ve adetlere uygun giyinmenin dışına taşmış. Koca bir sektör olmuşuz. Hele şu moda muhabbeti yok mu? Her yıl farklı bir renk, desen.. Öncekiler yallah çöpe..“
Bir kadın bluzu;
“Üretildiğim tekstil fabrikasında duymuştum. Giydikleri kıyafetlerin renkleri insanın kişilik özelliklerini yansıtırmış. Giyilen kıyafet güya insanın psikolojik durumunu etkiliyormuş. Misal kırmızı şehvet, aşk ve tutkuyu, mavi renk kendine güven, sadakat ve huzuru simgelermiş. Siyah, öz güveni yüksek olanların, gücün ve otoritenin simgesiymiş. Bir de kilosu olanların tercihiymiş. Beyaz, masumiyet, temizlik, güven ve saflığı sembolize edermiş.

Askılı bir erkek atleti söze girdi;
“İnsan bedeni aslında çok çirkin; misal, bir kuş gibi rengârenk tüyleri yok. Tek örtüsü kıllar.. Süslenmek, güzel görünmek için çırpınıp duruyorlar. Biz kıyafetler bunun için varız.”
Mağazaya yeni gelen acemi bir etek;
“Vay be, demek insan hayatında bu kadar önemliymişiz” dedi. Ona parka cevap verdi;
“Ne sandın, bizim kendilerini güzel, seksi, genç, zengin gösterdiğimize inanıyorlar. Nasrettin Hoca’nın “ye kürküm ye“ hikâyesini bilmeyenimiz var mı? Ya marka tutkunlarına ne demeli. Marka giydiklerinde içindeki boşluğun dolduğuna, kendi değeri ve kalitesinin arttığına inanıyorlar. Tarihte tek tip insan yaratmak isteyenler önce kıyafetten başlarmış.”

Sabaha doğru kıyafetler kendi arasında sohbete geçmişti. Derken mağazanın bir köşesinde sesler yükseldi. Bir gömlek ve kravat “insanlar için sen mi önemlisin, ben mi” tartışmasına girmiş, diğer kıyafetlerin katılmasıyla da alevlenmişti. Takım elbise “insanları şık ve modern gösteriyorum, ben önemliyim“ diyordu. Kaban “insanları soğuktan koruduğunu, en önemlinin kendisi olduğunu” söylüyordu. Kürk “bu mağazada en pahalı ürün benim, ben hepinizden kıymetliyim” diyordu. Tartışma büyümüş, her giysiden kumaşının kalitesi ve satış fiyatıyla orantılı olarak sesler yükseliyordu.

Mağazanın arka bölümünde, dolabın köşesine atılmış, olan biteni sessizce dinleyen beyaz kumaş parçası sesini yükseltti;
“Kesin tartışmayı. Anladık hepiniz değerlisiniz. Efendiniz insanların emrindesiniz. Onların vücutlarını sarıyor, soğuktan – sıcaktan koruyor, onları seksi ya da güzel gösteriyorsunuz. Ne mutlu sizlere.. Ya ben ne yapayım? İçinizde en değersiz olan benim, ben..“
Gürültü, patırtı dinmiş, yerini şaşkın bir suskunluğa bırakmıştı. Aralarından biri;
“Sen de kimsin?“ diye sordu. Beriki içten bir sesle;
“Ben kolsuz, yakasız, cepsiz, insanları son yolculuğunda sarıp sarmaladıkları kefen beziyim..“

İçerde bunlar yaşanırken dışarda gün ışımak üzereydi. AVM’nin kapısı önünde uzunca bir kuyruk vardı. Bir mağazanın büyük indirim kampanyasından ürün kapmanın heyecanıyla kapıların açılmasını bekliyorlardı.

Hasan Aksoy

Comments are closed.