ZAMAN EN ÇOK GÜZELLERİ VURUR
Telefonum çaldı, açtım. Karşıda ki selamsız lafa daldı;
“Yüzüne bakılacak hali kalmamış” dedi.
Üniversiteden arkadaşım Salih’ti arayan.
“Hayırdır, neden söz ediyorsun?” dedim.
“Sana bir fotoğraf attım, bak bakalım tanıyacak mısın” dedi.
Açtım, bir kadın fotoğrafıydı. Dikkatle süzdüm, tanıdığım kimseye benzetemedim.
“Kim bu, tanımak zorunda mıyım, söylesene” diye çıkıştım.
“Sana güzellik desem, hem de güzeller güzeli.. Fakültenin yıldızı desem, Zeliha desem..”
“Yok, daha neler, bizim sınıfta ki Zeliha’mı? Fotoğrafını nereden buldun?
“Sosyal medyadan, kendi paylaşmış. Bak ne hale gelmiş, yüzüne bakılacak gibi değil..”
Bir süre daha üniversite yıllarından, Zeliha’dan filan konuştuk, kapattı telefonu.
Arkama yaslandım, gönderdiği fotoğrafı açtım tekrar. Yok, imkânsız bu Zeliha olamazdı.
Gerçi kız yirmili yaşlarıyla kalmıştı aklımda. Oysa şimdi bizim gibi ellisini devirdi tabi.
Ne olursa olsun bir insan bu kadar mı değişirdi?
-*-
Üniversite yıllarına uzandım; ilk gençlik çağımıza.
Bir yanımızda gençliğin coşkun deliliği.. Her şeye gücümüzün yeteceği yanılgısı. İstersek dünyanın dönüşünü durdurabiliriz avanaklığı. Diğer yanımızda ise en zayıf halimizin resmi; aşk.. Bizim sınıfta aşkın adı Zeliha. Zeliha denince akan sular durur. Hepimiz ona karşı sırılsıklam.. Kaşı ayrı, gözü ayrı güzel. Bir yürüyüşü var, rüzgarın ırgaladığı salkım söğüt gibi, salına salına.. O yürürken hayallerimiz de peşi sıra.. Gamze yanak, inci dişler.. O günün sinema yıldızları Türkan Şoray, Fatma Girik, Gülşen Bubikoğlu, Hülya Koçyiğit. Bir bizim Zeliha’yı unutmuşlar. Al götür bir aşk filminin baş rolüne koy. Hiç konuşmasın, görüntüsü yeter. Haspam güzelliğinin farkında tabi. Nasıl olmasın, koca sınıfta bütün erkekler öküz, Zeliha tren.. Ona bakmaktan ders dinleyen kim. İşte bu haliyle yaşıyordu kafamda. Keşke öyle kalsaydı. Allah belanı versin Salih. Senin de şu sosyal medyanın da. Fotoğrafı oradan bulmuşmuş. Neyse, size Zeliha’nın bende bıraktığı izleri anlatmaya çalıştım.
Salih’in gönderdiği fotoğrafı sizinle paylaşamam. Onun için tasvir etmeye çalışacağım. Yahu burnu bu kadar sivri ve uzun muydu bu kızın? Hele saçlar, yürüdüğü zaman dağ esintisi savuran, bizi sarhoş eden saçlar gitmiş, seyrelmiş.. Çalı süpürgesi diyeyim, siz anlayın. Belli ki gözlerinin etrafı kırışmış. Yoksa camları çanak anteni gibi kara bir gözlüğü niye taksın ki? Gülümsemiş güya. Aman yarabbi, dişlerinin arasından şehirler arası otobüsler, hem de çift şerit gider. O kuğu gibi uzun, biçimli boynu gözükmüyor. Çünkü bir fular bağlamış, kırışları kapatmak için olsa gerek. Uzatıp da kızı iyice ezmeyelim. Ama ne yalan söyleyeyim, o yüzümüze bakmayan, burnu havada kızı bu halde görünce içimin yağları eridi sanki. Oh olsun işte..
-*-
O zaman da birileri “dış güzellik çabuk solar, önemli olan iç güzellik“ diyordu. Aşık Veysel “güzelliğin on para etmez/ bu bende ki aşk olmasa“ diyordu. Ama gençlik işte.. Gönül ferman dinlemiyordu; dışta ki parıltının peşindeydi. Zeliha yüzünden kim bilir ne güzellikleri kaçırdık, görmeye çalışmadık..
Zaman acımasızdı işte. Kendisi eskimiyor, ama canlı cansız her şeyi eskitiyor, yıpratıyordu. En çok da güzelleri mi vuruyordu ne? Belki de zamanla herkesi eşitliyordu. Ama biz birilerine yakıştıramıyorduk eskimeyi. Babamızın gençlik, yaşlılık hallerini değil de Cüneyt Arkın’ın, Kadir İnanır’ın değişimini dert ediniyorduk. Annemizin değişimini doğal karşılıyor, ama Türkan Şoray ya da Hülya Avşar’ın eskimesini kabul edemiyorduk. Türk filmlerinde de öyle değil miydi? Önemli olan güzel kız ve yakışıklı oğlanın aşkıydı. İkinci rollerde ki -çirkinlerin- aşkları da gölgede kalırdı hep.
Zamanla eskiyen bir Zeliha ‘mıydı? Kendimize, zamanın bizden götürdüklerine bakmak cesaretini gösterebiliyor muyduk? Fotoğraf albümünü çıkardım. Salih’in üniversite yıllarından bir fotoğrafını buldum. Bir de bugünkü haline dair fotoğraf. Altına not düşüp kendisine gönderdim; “sana iki fotoğraf yolluyorum. Bak bakalım tanıyabilecek misin? Herifin yüzüne bakılacak hal kalmamış..“
Bir hafta oldu, cevabını bekliyorum bizimkinin.
Hasan Aksoy