Sizin köyü bilmem ama bizim köyde hemen herkesin lakabı vardı. Misal benimki Küs Küs Hasan’dı.
Lakaplar belli bir merkezden, yasa gereği verilmiş unvanlar değildi. Köylünün değişik sebeplerle birbirlerine yaptığı yakıştırmalardı. Lakaplar genelde çocukken ya da ilk gençlik dönemlerinde takılmış, farklı şekiller de ortaya çıkmıştı. Kimine bedensel kusurlarından dolayı kel, kör, topal, çolak, dilsiz, sağır, kambur, kekeç gibi lakaplar takılmıştı. Kişilere söylediği bir söz, bir davranışı, ata mesleği, karıştığı bir olay sebebiyle de lakaplar takılmıştı. Bazı aile ya da sülalenin geçmişten gelen lakapları vardı. Yani anlamlı ya da anlamsız her lakabın kendine özgü bir hikayesi vardı. Bizim köyde kullanılmış yüzlerce lakaplardan bazıları; Tırcov, parov, torov, sorov, emov, ğamıs, lolov, hafit, esef, cıboğ, mığır, bekov, gerrov, tırıt, çimey, ğanoğlu, ğımğım, körpe, beppe, adov, mısov, mamocuğ, ğıbilik, gagey, gımıl, könov, vızirik..
Lakaplar isimlerden önce söylenen göbek adı gibiydi. Kimi komik, kimi uçuk, kimi bugün hakaret sayılacak türden.. Öyle yaratıcı lakaplar da vardı ki hiçbir şairin, yazarın akıl edemeyeceği türden yakıştırmalar, nitelemeler. Öyle ki çoğu bir kelimeden oluşuyordu. Bir kelimeyle o insanı anlatacaksın, söylendi mi şıp diye tanıyacaksın. Kısacası kişinin lakabı onun bir parçası gibiydi. Lakap yakıştırılan kişi başta tepki verse de sonrasında bir şekilde kabul edermiş..
İnsanlar birbirlerine niye lakap takarlardı. Soyadı yasası öncesinden kalma bir kültür müydü? Ya da köylerde kullanılan isimler sınırlı olduğundan onları birbirinden ayırt etmek için mi. (Misal bizim köyde onlarca Hasan vardı.) Maksat eğlence olsun, birbirlerine takılmak için mi. Köylerin henüz dışarıya açılmadığı, radyo, televizyon vs. teknolojinin ilişkileri esir almadığı, insanların kavgasını da, eğlencesini de o sınırlar içinde yaşıyor olmasının sonucu muydu, kim bilir..
Köyde lakap takılmayan, muaf tutulanlar da vardı. Onlar varlıklı ailelerin fertleriydi. Köylü onlara da lakaplar takmıştı elbet. Ancak kendi aralarında konuşurken kullanıyorlardı. Ama onların yüzüne söylemekten kaçınıyorlardı. Gücün, zenginliğin görünmeyen baskısı..
Bazı lakaplar var ki bugün birine takılmış olsa kan gövdeyi götürür. O zamanlarda insanlar daha mı hoşgörülüymüş ne.. Lakap öyle geçici “kullan, at “ bir şey de değil. Evet, kimliğine yazılmıyor tabi. Ama terki diyar eyleyip öbür tarafa gitse bile kurtulamayanlar vardı. Öyle ki lakabı mezar taşına yazılanlar bile olmuştu.
Uzatmadan bu konuda yaşanan bir olayı nakledeyim. Vaktiyle köylere çerçiler gelirdi. Bugünkü neslin anlaması için izah edersek, at ya da eşek üzerinde, seyyar alış veriş merkezi diyelim. İğneden don lastiğine, yemeden içmeye, oyuncaktan tütüne kadar her şeyin satıldığı mobil AVM. İşte bu çerçilerden biri bizim köye gelir. Akşama kadar satacağını satar, karşılığında nakit, buğday, arpa, yumurta vs. alır. Geç olduğu için geceyi o köyde geçirmeye karar verir. Aklına asker arkadaşı gelir. Birilerine sorar “ köyün üst başında oturuyor “ yanıtını alır. Evi ararken yolda Şaharban anaya rastlar. Çerçi, “Bacı, der, ben Mehmet Turgut’un evini arıyorum. Nerede oturur?“ Şaharban ana düşünür, düşünür böyle biri aklına gelmez. “Valla kardeş, hatırlayamadım, başkasına sor“ deyip gider. Adam araya sora arkadaşının evini bulur.
Komşudan dönen Şaharban ana çerçinin atının evin önünde ki duta bağlı olduğunu görür. Bir anlam veremez. Eve girer ki çerçi ve kocası oturmuş, koyu bir sohbete dalmışlar. Adama hoş geldin eder. Kocası “hanım, der, çerçi benim asker arkadaşımdır. Bu akşam bizde kalacak, yemek hazırlayasın.“ Çerçi asker arkadaşına, “yahu Mehmet ben bu kadına seni sordum, tanımadığını söyledi. Meğer senin karınmış, bu nasıl iş“ diye sitem eder. Şaharban ana, şaşkın cevap verir; “ Sen Mehmet Turgut diye birini sordun, bilmem ki kimdir. Kocamın adı Cıboğ’dur. “
Şaharban ananın kocasının nüfusta kayıtlı adı Mehmet, lakabı ise Cıboğ’dur. Köyde hemen herkes ona Cıboğ diye hitap eder, tabi karısı da. İşte bu yüzden 20 yıldır evli olduğu kocasının gerçek ismini hatırlamaz bile.
-*-
Şaharban ana ve Cıboğ dayı gibi köyün çınarları bir bir eksilirken lakaplar da öksüz kaldı. Arkalarında hoşgörüyle yoğrulmuş bir kültürü miras bırakmış, artık aramızda olmayan büyüklerimizi rahmetle anıyorum.
Küs Küs Hasan Aksoy