SÖNEN OCAKLAR..

Share

Çoğunluğunu kerpiç evlerin oluşturduğu köyde, birkaç solgun ışık geceye göz kırpıyordu. Penceresi ışıyan bu evler, İbrahim Amca gibi televizyon karşısında uyuyakalmış, yalnız yaşayan yaşlıların evleriydi. Doksan yaşına merdiven dayamış İbrahim Amca, kucağında bir kedi, divanda öylece uyuyakalmıştı. Başucunda duran telefon dakikalardır çalıyor ama duymuyordu. Kedinin ayaklanmasıyla uyandı, telefon ısrarla çalıyordu. Zorlukla doğruldu, ahizeye uzandı, arayan İstanbul’da ki oğluydu;
“ Yeter artık baba, ele güne rezil oluyoruz. Hafta sonu gelip seni götüreceğiz..” deyip kapattı.

İbrahim Amca kötü bir kâbus görmüşçesine bir süre öylece kaldı. Kumandaya uzanıp televizyonu kapattı. Duvarda ki saate baktı, gece yarısı olmuştu. Bir dut dalından yaptığı bastona uzandı, evin önünde ki avluya çıktı. Başını yukarı kaldırdı. İyice bozulmuş gözleriyle gökte ayı seçti, artık yıldızları göremiyordu. Bu akşam bir şey yemediğini hatırladı. Sonra oğlunun telefonunu.. İçeri geçti, sürekli serili duran yatağına kıyafetleriyle uzandı..

Uyku tutmadı. Döndü, ofladı, pufladı. Doğrulup oturdu. Evin her köşesinde bir çift ışıldayan göz ona bakıyordu. Köyde sahipsiz kalan ve gelip ona sığınan onlarca kedinin gözleri.. “ Hafta sonu gelip götüreceğiz “ demişti oğlu.. Yıllardır direniyor, şehre çocuklarının yanına gitmek istemiyordu. Daha dört yaşındayken göçle geldikleri bu köyde seksen küsur yılı geçmişti.. On yaşındayken babası vefat etmiş, anne ve dört kardeş kimsesiz, çaresiz .. Daha o yaşlarda toprak sahiplerinin kapısında karın tokluğuna çalışmaya başlamışlardı. “ Bu köyde elimin değmediği bir karış toprak yok.. Sabanla, orakla, kazma kürekle.. Ah toprak ana, karın tokluğuna esir aldın bizi.. “ diye söylendi.. Huzursuzlanan kediler etrafında dört dönüyorlardı.. Sabaha karşı uykuya yenik düştü.

Köyde yaşayan kardeşinin seslenmesiyle uyandı. Yiyecek bir şeyler getirmişti. Ona, oğlunun telefon ettiğini, kendisini götürmek istediklerini anlattı. Kardeşi, “ Git, iyice elden ayaktan düştün. İnat etme, git.. “ dedi. Birkaç lokma atıştırdı, bastonundan güç alarak, dinlene otura köyün karşısında ki tepeye, mezarlığa tırmandı. Yıllar önce kaybettiği eşinin mezarı başında epeyce kaldı. Dertleşti onunla, ağladı.. “ Çocuklar beni götüreceklermiş, biliyorum fazla ömrüm kalmadı.. Söz sana, tez vakit dönerim “ deyip vedalaştı. Kalan iki günde bütün köyü dolaştı, herkesle vedalaştı, helallik istedi..

Hafta sonu oğluyla kızı geldiler. Gitmemek için direnecek gibi oldu. Ama çocukların kararlı tutumu karşısında inadı kırıldı. Akşamdan eşyaları toparlayıp bir odaya yığdılar. Üzerini naylon örtüyle kapattılar. İbrahim Amca erkenden uyandı, çocuklar henüz uyuyordu. Mutfak tarafına geçti, büyükçe bir tencere aldı. Yağ, bulgur, dolapta kalan tavuk parçaları. Avluda ki bacaya sacayağını indirdi, odunları yığıp tutuşturdu. Tencereyi ocağa indirdi. Yağı, suyu koydu. Sonra bulgurları, tavuk parçalarını.. Avlunun etrafında ki taş duvarların diplerine gazete, karton ne bulduysa serdi. Pişirdiği tavuklu pilavı bu sergilerin üzerine bir güzel dağıttı.. Onlarca kedi üşüştü bu ziyafete..

Çocuklar uyanmıştı, çarçabuk toparlandılar. Onları yolcu etmek için gelen komşularla vedalaştılar. İbrahim Amca son bir kez baktı ardına.. Bir ömür tükettiği köyüne, yıllardır yaşadığı kerpiç eve, kedilerine.. Nasırlı, susuz toprak gibi çatlamış elinin tersiyle yaşını sildi.. Araca binerken, “ Zor, ölümden zor şeyler var. Ne çok isterdim ölümü.. “ dedi. Şakacılığıyla bilinen komşusu Satı Abla, “ İbov Dayı, Azrail senin defteri kaybetmiş.. “ diye takıldı, gülüştüler.. Sonra aracın arkasından bir tas su döktü Satı Abla.. Avluda ki ocaktan ipil ipil bir duman yükseliyordu. Kovada kalan suyu küllenmiş, içten içe yanan ateşe serpti. Bir komşusunu daha yitirmiş olmanın hüznüyle, “ bir ocak daha söndü “ diye mırıldandı..

Hasan Aksoy 

Leave A Reply