Köylü Tercüman

Share
 
Fatma bu köye at üstünde gelin geldiğinde, on yedi yaşına yeni basmıştı. Köy demek, toprak demekti. Oysa avuç içi kadar toprağı olmayan, yoksul bir aileye gelin gelmişti. Kaynana, biri evli iki kayını ve görümcesi ile iki oda, mutfak ve hayvanların ahırından oluşan kerpiç bir evde, tüm aile birlikte yaşayacaklardı.
Fatma, gelin olmanın mutluluğunu yaşıyordu ancak gözü arkada kalmıştı. Annesi yedinci kardeşini doğururken kan kaybından ölmüş, on üç yaşında evin bütün yükü kendisine kalmıştı. Babası tekrar evlenmiş, yani analık getirmişti. Kadına önceki eşten iki çocuk olduğu söylenmiş, diğer dört çocuk akrabalarda saklanmış, bir ay sonra ortaya çıkarmışlardı. Kadın oyuna getirildiğini öğrendiğinde isyan etmiş, sonrasında Fatma’ya ve kardeşlerine çok kötülük etmişti. İşte bu yüzden yüreğinin yarısı baba evinde, kardeşlerinde kalmıştı.
Çok sevdiği babası onu bir gün karşısına almış ve evlilikle ilgili bir kısmını bildiği zorlukları, özellikle de gelinlik etmek konusunu üstüne basa basa anlatmıştı. Kayınbaba, kaynana ve diğer bütün akrabalara, komşu büyüklerine bile gelinlik edecekti. Yani, ağzını açıp da konuşmayacak, bir şey sorulursa evet veya hayır anlamında başını sallayacaktı. Ailenin diğer üyeleriyle yemek yemeyecek, yalnız yiyecekti. Uluorta ağlayamayacak, gülmeyecek, kahkaha atmayacaktı. Bu duyguları gizli yaşayacak, içine atacaktı. Mutluluğunu, sevincini tebessüm ederek gösterecekti. Gelinlik etme süresi altı ayda sürebilirdi, iki yılda.
Gelinlik süresince dağ, taş konuşur ama gelinler konuşamazdı. Kaynana, hele kayınbaba için bu işin süresi yoktu. Bazı gelinler üç sene, beş sene, hatta kayınbaba ölene dek ona gelinlik ederdi. Süre dolduğunda kendisine gelinlik edilenler ona bir hediye vererek artık konuşmasını isterlerdi. Sanki susmak gelinin kararıymış gibi. Hediye olarak koyun, dana veren de olurdu, entarilik kumaş ya da bir tülbentle işi kurtaranlar da olurdu. Gelin, konuşmasına izin verilmesine teşekkür mahiyetinde onların elini öperdi.
Fatma gelin bu duruma hazırlıklıydı. Ama susarak konuşmak dünyanın en zor şeyiydi. Hem Fatma için, hem de gelinlik edilenler için. Aile meclisi toplanmış ve gelinle iletişimi kolaylamak için çare aramışlardı. Büyük kayını İbrahim’in bir kızı vardı. Gelinle ailenin büyükleri arasındaki iletişimi bu kız sağlayabilirdi. Ancak, kızın adı da Fatma’ydı. Bu durum karışıklık yaratacağından gelinin adının değiştirilmesine karar verildi. Ona “Fatik” diye sesleneceklerdi.
Küçük kıza yengesine yardımcı olacağı, aile büyükleriyle arasında haber getirip götüreceğini söylediler. Yedi yaşına basmış, okula gitmenin hayalini kuran Fatma “ ya okul, ben bu sene okula başlayacaktım “ dedi. Ona “ Fatma kızım, okul kaçmadı ya, önümüzde ki sene başlarsın “ dediler. Fatma’nın gözleri doldu, burnunu çekerek çaresizce sustu. Bu duruma amcası ve yengesinin sebep olduğunu düşünüyor, “ keşke okullar başladıktan sonra evlenselerdi, o zaman beni okuldan alamazlardı “ diye de hayıflanıyordu.
Fatma okur-yazar bile değildi ama artık o bir tercümandı. Kendisine görevleri anlatıldı. Misal ebesi ona “ Fatma, Fatik geline söyle inekleri sağsın, yoğurt yapsın “ diyor, o da gidip geline söylüyordu. “ Akşama bulgur pilavı pişirilecek, çoban salata yapılacak “ ya da “ yarın banyo günü, gelin çamaşırları yıkayacak “ diyor, tercüman Fatma bu ve benzeri mesajları geline iletiyordu. Gelinden pek bir mesaj, istek vs. gitmiyordu. Daha çok istenen işleri yaptığı, verilen talimatı yerine getirdiği bilgisini iletiyordu.
Fatik gelin tam kırk gündür evden dışarı adım atmamıştı. Kırkıncı gün, kaynanası ve tercümanı Fatma eşliğinde köyde ki çeşmeye gittiler. Yüzü tülbentle örtülüydü. Onu gören komşu kadınlardan biri (adet olduğu üzere) örtüsünü çekip kaçırmış, kaynanadan bir bahşiş koparmıştı. Etrafta ki çoluk çocuğa kavurga, kuru üzüm dağıtıldı. Bir anlamda gelinin özgürlüğe ilk adım atışı kutlanıyordu. Artık kısmen özgürleşmiş, gerektiğinde evden çıkabilir, çeşmeye gidip su bile getirebilirdi.
Gün günü kovaladı. Fatik gelin ev işlerinin dışında artık aileyle birlikte tarlaya gidiyor, ekin biçiyor, harmana taşıyor, onlarla omuz omuza çalışıyordu. Eline çabuk, çalışkan, bir erkek kadar da güçlü.. Tarlada yemeğini diğerleriyle yemiyor, adet olduğu üzere arkasını dönüp yalnız yiyordu. Evleneli tam bir yıl olmuştu. Bu arada dünyaya bir erkek çocuk getirmişti. Bu süre zarfında baba evine gönderilmemiş, ailesini, kardeşlerini görememişti, adet böyleydi. Yılı dolunca beş gün izin verdiler. Eşiyle gitmek ayıp sayıldığından çocuğunu da alarak baba evine gitti. Analığının hayın bakışları arasında babasına, abi ve kardeşlerine hasretle, özlemle sarıldı. Ne çok ağlamıştı o gün. Beşinci gün arkalarında bir keçi ile baba evinden döndüler. Dedesi torununa keçi armağan etmişti.
Fatik gelinin kaynanaya, büyük kayınına, köyde ki büyüklere karşı gelinliği uzun bir süre daha devam etti. Sonra her şey normale döndü. Gelinle aile arasında ki iletişimi sağlayan Fatma kız köyün ilk tercümanı olarak tarihe geçmişti. Ancak bu görev okula bir yıl geç başlamasına sebep olmuştu. Yaşadığı bu olay onu okuldan soğutacak, içinde bir yara olarak hep kanayacaktı..
( Not: Öykümüzün konusu olay 1960’lı yıllarda yaşanmıştır. Olayda adı geçen Fatik gelin, annemdir. Tercüman ise amcamın kızı Fatma’dır. Bu iki çilekeş Anadolu kadını nezdinde bu ve benzeri nice acı olayları yaşamış, halen yaşamakta olan kadınlarımızı saygıyla, hürmetle anıyorum.. )
Hasan Aksoy

Leave A Reply