Babam, dalgın, düşünceli;
“ Seksen yılını köyde geçirmiş biri şehirde yapamaz, sudan çıkmış balığa döner “ dedi.
Bir süredir İstanbul’da yanımızdaydı. Belli ki sıkılmış, köyü özlemişti. Doğrudan “köyü özledim”, demiyor da böyle atasözü gibi laflar ediyordu. Biraz dışarı çıkarsam, diye düşünürken piknik geldi aklıma. Şehirde bir avuç yeşilin olduğu her yerde piknik yapılabilirdi. Kavşaklarda, mezarlıkta, çocuk parkında.. Çekmece gölü kenarına gidelim dedik. Akşamdan hazırlandık, Pazar günü yola koyulduk..
Geldik ama bir ağaç altı bulana aşk olsun. Erkenden her köşe tutulmuş.. Gölgelik bir köşecik bulup bezleri yere serdik, eşyaları indirdik. Gözleri çok iyi görmeyen babam ağaçları süzüyordu;
“ Yahu, dedi. Burada ne kadar dilek ağacı var.”
“ Baba, o ağaçlarda gördüğün dilek için bağlanmış çaputlar değil. Piknikçilerden kalan naylon poşetler.. Rüzgar uçurmuş, ağaçların dallarına dolaşmış” diyemedim tabii. ” Şehir yerinde millet öylesine umutsuz ki, dilekleri yerine gelsin diye gördüğü her ağaca naylon poşet bağlıyor “ dedim.
Piknik alanında yüzlerce kedi, köpek dolaşıyor. Hayvanların hemen hepsi obez olmuş. Belli ki piknikçilerden kalan artıkların bir kısmını rüzgar, kalanı da bunlar temizliyordu..
Piknik yerinde yoğun is, duman, yanık et kokusu eşliğinde arabesk müzikten, davul zurnaya, her türden müzik vardı. Az ötede bankta oturan bir grup genç, çekirdek çitleyip kabukları yere atıyor, kola içiyorlar, gürültülü bir müzik eşliğinde hoplayıp zıplıyorlardı..
Babam onları gösterip;
“ Ula yavrum şu sıpalar küllükte debelenen boz eşşek gibi niye tepiniyorlar “ dedi.
“ Baba şimdi moda bu, rap müzik eşliğinde dans ediyorlar “ dedim. Gençleri coşturan müziğe kulak verdim. Evet, oydu, aylardır listelerde bir numara olan şarkı. Sözleri öyle derin, öyle duyguluydu ki.. Şöyle diyordu zıpçıktı şarkıcı, “ Yarana bıçağım, kafana s..çam “
Yan tarafımızda erkeklerden oluşan bir arkadaş grubu. Herifin biri mangalla uğraşıyor, sanki ateşi yeni keşfetmiş, gergedan pişirmeye çalışan ilk insan, sapiens.. Mangalın etrafında dönüyor, yelliyor, ofluyor, pufluyor.. Diğer erkekler ise kundura, pantolon, beyaz atlet ve bolca göğüs kılından oluşan formalarıyla top oynuyorlardı.
Ben de mangalı hazırladım, etleri ateşe attım. Bizimkilere,“ On dakikaya tavuklar pişmiş olur “ dedim.. Babam bizi gömmeyi kafaya koymuş olacak ki, “ Ula bu nasıl tavukmuş ki on dakikada pişiyor. Tavuk dediğin iki saatte pişmez “ dedi. “ Baba, dedim, senin dediğin köy tavuğu, geziyor ya, eti sert oluyor. Bunlar 40 günde yetişen tavuklardan..” Baba altında kalır mı, “ Yahu dedi, 40 günde hıyar bile yetişmez..” Söylemesi ayıp, etimizi yedik, biramızı, ayranımızı içtik. Pikniğin vazgeçilmezi karpuzu da kestik. Babam karpuz çekirdeklerini topladı, ayaklandı. Güneş alan alanda toprağı kazıp çekirdekleri gömdü. Kendisine baktığımızı görünce “ belki yetişir, kuşa, börtü böceğe yem olur “ dedi.
Sonra sohbet olsun diye Çekmece gölünden bahsettim. Buraların bir zaman kuş cenneti olduğunu, göçmen kuşların uğrak yeri olduğunu, insanların denize girdiğini, şimdi ise kokuşmuş bir göl olduğunu vs.. Sonra da “ Ama buralar acayip değer kazandı. Kanal İstanbul geçecekmiş “ diye ekledim.
Babam bir siyasete dalmamıştı, oraya da girdi. “ Birkaç tane doğruyu söyleyen tivi kanalı var. Söylendiğine göre damat, enişte, Katar’lı annemiz, işi bilenler arsaları toplamışlar “dedi.
Sonra da devam etti;
“ Deniziniz kirli, trafiğiniz rezalet, kuşlarınız gitmiş, bir karış yeşil yok, her taraf beton.. Şimdi de İstanbul’u tutup bacaklarından ikiye ayıracakmışsınız.. Gözünü hırs bürümüş insanoğlu bilmeli ki yalnız insanların, hayvanların, ağaçların değil, doğada ki her şeyin ruhu , canı vardır.. Şu gölde ki suyun, taşın, toprağın.. Doğa affetmez, bir gün öcünü alır.. Alır da, atı alan Üsküdar’ı mı geçer, cehennemin dibini mi boylar, orası meçhul işte.. “
Sohbetimizi duyan piknikçilerden bazısı “dayı haklı“ deyip destekledi. Atletlilerden biri “ ya sev, ya terk et “ diye kükredi. Bir başkası “ ustaya laf söyletmeyiz “ dedi. Anladım ki burası şenlenecek, bizimkilere “ ufak ufak topuklayalım“ dedim. Uzaklaşmıştık, tartışma hala devam ediyor, bağırtılar gençlerin coşkulu müziğine karışıyordu; “Yarana bıçağım, kafana Sı.…”
Canı sıkılan babam yolda,
“ Evladım burada insan konuşmayı, birbirine saygı göstermeyi de bilmiyor. Sen en iyisi beni köyüme götür “ dedi. Telefonla bilet işini hallettim. “Baba dedim, yarın yola çıkabiliriz..”
Gözleri ışıdı, yılların kırıştırdığı esmer yüzüne çocukça bir sevinç yayıldı..
Hasan Aksoy