Şehrin keşmekeşi, iş stresi, insanlar.. Bıkmış, usanmış, canımdan bezmiştim. Emekli olunca gözden ırak, insan izinin, sesinin, gölgesinin olmadığı bir yere kaçmak istiyordum. Öyle de yaptım, bir ormanın derinliklerine sığındım. Dere kıyısına çadırımı kurdum. Toprak kokusu, rüzgarda salınan yaprakların hışırtısı, kuşların cıvıltısı.. Dere boyunca güller, rengarenk çiçekler.. Cennetti burası cennet. Çadırın önünde tezgahımı kurmuş, hafiften demleniyordum ki o da ne, az öteden sesler işittim. Kulak verdim; bülbülün biri güllerle konuşuyordu.
-*-
BÜLBÜL: Ormana yeni geldim, bir kafesteydim. Fırsatını bulup kaçtım. Her taraf beton bina, gökdelen. Ormana ulaşana kadar canım çıktı.
GÜL: O zaman sende havadisler tazedir. O güzel sesinle anlat da dinleyelim.
BÜLBÜL: İnsanlar bizimle ilgili garip hikayeler anlatıyorlar. En ilginci şu; güya bülbül güle âşıkmış. Gül bu aşka karşılık vermemiş, dikenini bülbülün kalbine batırmış, onu öldürmüş. Akan kanı köküyle hüüüp emmiş, beyaz gül kırmızıya dönmüş. Kırmızı renginizi atalarımın kanından almışsınız..
GÜL: Hadi oradan be.. İnsanlar biz gülleri resmen vampir olarak anlatmışlar.
BÜLBÜL: Ya bir bülbülün güle aşkına ne demeli.. Biri hayvan öteki bitki.. Nasıl aşksa, buna inanıyorlar.
GÜL: Evet, duymuştum, bu aşk üzerine şiirler, hikayeler yazmışlar, filmler çekmişler..
BÜLBÜL: Gül kadını, bülbül erkeği simgeliyor. Bizim hikâyemizde gül dikeniyle bülbülü öldürüyor, insanların gerçek hikayesinde ise erkekler havadan sudan sebeplerle kadınları öldürüyorlar.
GÜL: İsimlerimizi kızlara veriyorlarmış, gül, güldalı, gülşen, gonca..
BÜLBÜL: Evet, açılmamış halinize gonca diyorlar; gençliği, güzelliği simgeliyor. Solmuş halinizi de yaşlılığa benzetiyorlar.
GÜL: Biz şanslıyız, gülü solan dallarımız budandığında daha gür geliyor, taze güller veriyoruz.
BÜLBÜL: Hep erkekler kadınlara gül veriyor, tersine hiç rastlamadım. İnsanlar gülleri çok seviyor, çiçeklerin kraliçesi kabul ediyor. Diğer çiçekler sizi şımarık ve kibirli buluyor, kıskanıyormuş.
GÜL: Boş versene, sevmez olsalardı. Bizi gördükleri yerde güzel kokuyor muyuz diye pis burunlarını gömüyorlar. Daha gonca halimizde şak diye koparıyorlar, neymiş bir kıza verip onu tavlayacaklarmış..
BÜLBÜL: Biliyor musunuz, dikensiz gül yetiştirmişler. Ama zerre kokusu yok. Sadece görüntü. Bir de plastikten gül yapmışlar, sanırsın gerçek..
GÜL: Aman yapsınlar, belki bizi rahat bırakırlar.
BÜLBÜL: Atasözleri var, “ gülü seven dikenine katlanır” en meşhuru. Gül insanın güzel taraflarını, diken ise zor, eksik, kötü taraflarını simgeliyor. Gerçek sevgi, aşk onu olduğu gibi kabul etmekmiş.. Yani dikeniyle, olumsuz yanlarıyla..
GÜL: Ne garip şu insanlar, kendilerini anlatabilmek için biz bitkilerden, hayvanlardan medet umuyorlar.. Bir de “ en akıllı, en zeki yaratık biziz “ diye şişiniyorlar.
BÜLBÜL: Belli günlerde sizin pazarınız kuruluyor, çok satılıyorsunuz. Doğum günleri, yılbaşı, sevgililer günü filan.. Bir adet gül dünyanın parasına satılıyor..
GÜL: Aşk adına bizi sömürüyorlar. Kazanç için pis emellerine alet ediyorlar bizi.
BÜLBÜL: Değerinizi bilen de var, bilmeyen de. Kimisi soldu diye çöpe atıyor, kimisi kitap arasında kurutup saklıyor.
GÜL: Sahi kalmış mı defter arası gül muhabbeti.. Yeni nesil gül emojisi gönderiyormuş sevgilisine..
BÜLBÜL: Kızlar, her renginiz başka bir anlam içeriyor. Beyaz gül masumiyeti, temizliği, kırmızı gül ise sevgiyi, aşkı anlatıyor.
GÜL: Doğuma da, ölüme de gül gönderiyorlarmış ha, ne garip şu insanlar..
BÜLBÜL: Erkekler sevgililerine, metreslerine gülüm, gül kokulum, gül dudaklım filan diyorlar.. Evlenince de hanım, benim karı, benim hatun filan diyorlar.. Sevgili iken gül alıyorlar, evlenince bu adet son buluyormuş.
GÜL: O zaman bütün erkekler evlensin, biz güllerin kurtuluşu evlilikte demek ki.
Bülbül ormana, güllere kavuşmanın coşkusuyla anlatıyor, güller de bu coşkuya katılmış koyu bir sohbettir gidiyordu. Ben de bu ilginç sohbete kulak veriyor, sessizce demleniyordum. Çevrede ki çiçeklerin polenlerinden olacak, önce burnum kaşındı, sonra bir hapşırık.. Tut tutabilirsen.. Hapşırığım ormanda yankılandı.. Etraftaki ağaçlardan kuşlar uçuştu, yapraklar kımıldadı ve ortama karamsar bir sessizlik çöktü. Bizim gül ve bülbül artık fısıldar gibi konuşuyorlardı;
BÜLBÜL: Eyvah, insan sesi bu. Ben ölürüm de tekrar kafese girmem. Kızlar ben kaçar, deyip uçup gitti.
GÜL: Yok bülbül bize âşıkmış ta, bizim için nameler diziyormuş ta, peki buna demeli. Aşık sevgilisini bırakıp kaçar mı..
-*-
Güya kafayı dinlemek için ormana sığınmış ama bir insan olan kendimden kaçamamıştım. Bir hapşırıkla ormanın, gülün, bülbülün huzurunu kaçırmış, cennetimi mahvetmiştim. Son kadehi yuvarladım, çadırı toplamaya başladım.
Hasan Aksoy