Yıllar sonra bir cenazede karşılaştığım liseden arkadaşım Mehmet, “ bir akşam yemeğe bekliyorum “ dedi. Biz üniversite filan diye sürünürken, o evlenmiş, ev bark sahibi olmuş. Davetini kabul ettim, bir akşam verdiği adrese yollandım. Minibüse bindim, akşam iş dönüşü olduğu için tıklım tıklımdı. Bir ayağım içerde diğeri dışarda. Aracın kapısı kapanmadığı için izbandut gibi bir yolcu gönüllü kapı görevi görüyor, gelen yolcuları araca iterek istifliyordu. İtişe kakışa, öpüşe koklaşa, sarıla kucaklaşa bir yolculuktan sonra durak diye ıssız bir yerde indirdi beni. Neyse ki arkadaşım karşılamaya gelmiş. Selamlaştık, cebinden Pazar poşetleri çıkardı. İki tanesini bana uzattı, şaşırdığımı görünce; “dün yağmur yağdı, buralar biraz çamurdur, ayaklarımıza geçireceğiz“ dedi. Pantolon paçalarını çorabın içine soktu, sonra da poşetleri ayaklarına geçirdi, üstüne de paket lastiği. Bende aynısını yaptım. Yol çakır çukur, gölcükler oluşmuş, çamur içinde düşe kalka gidiyoruz. Etrafta briket, tuğla, tahta ve tenekelerle şekil verilmiş yamuk, yumuk yoksul evler; gecekondular..
Nihayet arkadaşımın evine varmıştık. Etrafı tel çitlerle çevrilmiş, bahçesinde kavak vb. ağaçlar arasında bir gecekondu. Ayaklarımızda ki poşetleri çıkardık, kuyudan çektiği suyla ellerimizi yıkadık. Yemeğe geçtik, hoş beş, lise anıları derken kendi macerasını anlatmaya başladı.
“ Biliyorsun ben okumadım, lisede bıraktım. Çıktım şehre, hemşerilerin olduğu bu mahalleye geldim. Eniştenin çalıştığı fabrikaya bekçi olarak girdim. Bir süre eniştemde kaldım. Bir gün bana “Mehmet, mahalleden sözü geçenlerle konuşayım, sana bir arsa çevirelim” dedi. Öğrendim ki, bu konduların olduğu araziler, tepeler hazine malıymış. Gücü yeten kendine yer çeviriyor. Bunun için arkan olacak. Neden, çünkü bu işin mafyası var, zabıtası var.. Enişte onayı almış, iki dönüm kadar yeri çevirdim, etrafına çit çektim. Eniştem geldi, “oğlum Mehmet, vur dedik sen öldürmüşsün. Bu kadar arsayı sana yedirmezler“ dedi. Arsanın yarısından vazgeçmek zorunda kaldım. “
“ Nasıl yahu, devletin yani halkın ortak malını mı sahiplendiniz? ” diye sordum şaşkınlıkla.
“ Oğlum Hasan kafan matematiğe basardı da, hayat oyunlarına basmıyor anlaşılan. Halk dediğin kim, ulan biz neyiz? Bu vatana askerlik yapmadık mı, her gün 12 saat çalışmıyor muyuz? Neyse, ben her gün iş çıkışı gelip kontrol ediyorum, biri benim arsaya çöreklenmesin diye. Derken seçim yaklaştı, eniştem “seçimden önce göz yumarlar, sana bir kondu yapmak lazım, yoksa arsa elden gider“ dedi. Seçim öncesi buraları bir görsen, herkes briket, tuğla, çimento, kum çekiyor. Adı üstünde gece-kondu, bir gecede yapılacağı için usta, malzeme bulmak çok zor. Neyse bunları da ayarladık. Seçimden önce ki gece bismillah deyip giriştik. Gün doğmadan bizim kondunun duvarları bitmiş, üstü kapatılmıştı. Sıvası, boyası kolaydı artık.”
“ Yahu, dedim, bunca emek, masraf, ya devlet yıksaydı? “
“ Hangi birini yıkacaklar, burada seçim çekişmeli geçtiği için iki parti de söz vermişti; onlara oy verirsek kondular yıkılmayacaktı. Allah için kazanan sözünde durdu, yıkmadılar. “
“ Dikkatimi çekti, odalar arasında kot farkı var; biri alçak, öteki yüksek. Niye böyle?” diye sordum.
“ Oğlum, sanki projeyi mühendis mi çizdi. Proje bana ait. Temeli bile yok ulan bu evlerin. Şu oturma odası ve yatak odasını sonraki seçimlerde ekledik, ancak bu kadar oldu. Benim hikaye bu, sen neler yapıyorsun? “
“Bildiğin gibi, biz okuduk. Bitince epey boş gezdim, şimdi iyi kötü bir işim var. Bir arkadaşla kirada oturuyoruz. Maaşın yarısı kiraya gidiyor “ diye dert yandım.
“ Üzüldüm, onca yıl dirsek çürüt, vah ki ne vah.. Bak ne diyeceğim, buralarda arsa kalmadı ama biraz daha şehrin dışına çıkarsak yer buluruz. Gel sana da bir yer çevirelim ” dedi. Ben öfkeyle;
“ Duymamış olayım, dedim. Bu ne halkçılığa, ne demokratlığa sığar, ne de ilkelerimize.. Ben halkın ortak malını nasıl gasp ederim yahu, yapamam, ayıptır.. “ deyi sağlam bir nutuk patlattım.
“ Tamam oğlum kızma, ne cins bir öküzsün anlamadım. Senin çevirmediğin yeri bir başkası çevirecek”
“ Yok, ben öyle kanunsuz işlere girmem, buralarda kiralar nasıl ” diye sordum.
“ E yuh artık.. Ben “ arsa çevirip sana ev yapalım “ diyorum, sen başkasının çevirdiği yerde kirada oturmak istiyorsun. Demek çok okuyunca kafa basmıyor. Neyse, komşumuz Ahmet abi var. Yaman adam doğrusu, üç tane kondu yeri kapatmış. Kiracısı çıkacaktı, bir sorayım” dedi.
Yemeğimizi yedik, çayımızı içtik. Davete teşekkür ettim, kalktık. Yine poşetleri ayaklara giyindik, beni durağa bıraktı. Vedalaşırken “ aman şu kiralık evi sor, kaçırmayalım “ dedim. Ertesi gün aradı, ev boşmuş, kirası oturduğum evin dörtte biri. Kondu bir oda, mutfak, tuvaletten ibaret. Çatısı akmış, duvarlar rutubet, suyu, kanalizasyonu yok ama olsun. Fiyatı bize uygun ya, taşındık. O akşam çamaşırlarımızı elde yıkayıp ağaçlara gerdiğimiz ipe astık. Sabah kalktık çamaşırların yerinde yeller esiyor. Acaba rüzgar mı uçurdu diye bakındık, yok. Çamaşır ipini kesmiş, öylece alıp gitmişler.. Helali hoş olsun, herhalde ihtiyacı olan birileri almıştır, yoksa giyilmiş donu kim alır da giyer, değil mi?..
Civarda ki kondularda yaşayanlar meydanda ki ortak kuyudan su alıyorlardı. Biz de bidonlarla kuyruğa girip eve su taşıyoruz. Suyu kuyudan alıyoruz da, sağlıklı mı bilmiyoruz. Sudan numune alıp analiz için bir laboratuvara götürdüm. Analiz sonucunu gören laborant, “ Allah aşkına beyefendi, bu suyu nerden aldınız, kanalizasyondan mı, Marmara Denizinden mi, çok ama çok kirli “ dedi. Neyse, o akşam iş çıkışı eve giderken baktım kuyu da su kuyruğu. Elimde analiz sonuçları, bir taşın üzerine çıktım. Halkçılık edecek, bir gerçeği açıklayarak onları aydınlatacaktım;
“ Eeey komşular, dedim, bu kuyunun suyunu analiz ettirdim. Çok ama çok pismiş, aman içmeyin, sakın kullanmayın.. “ Dayının biri eğilip kovasında ki suya baktı sonra da bana “ yörü lan zırtapoz, pırıl pırıl su, heç bişey gözükmüyor, ne mukrobu.. “ dedi. Sonradan öğrendim; burada kanalizasyon olmadığı için evlerin fosseptik çukurları vardı. Bu çukurlar çabuk dolmasın diye tabanına beton atılmıyor, kirli su toprağa, oradan da kuyu sularına karışıyordu. Biz de iki hafta bu suyla yemek yapmış, bulaşık, çamaşır yıkamış, banyo yapmış, içmiş, soğuk deyi rakıya bile katmıştık. Ev arkadaşım kibar bir çocuktu. Bunu duyunca öğürmekten içi dışına çıktı, hastanelik oldu. Apar topar taşındık tabii.
Birkaç yıl sonra arkadaşım Mehmet’le tekrar karşılaştık. Konu gecekondu muhabbetine geldi.
“ Küçük bir bedel ödeyip konduların tapularını aldık, dedi. Kentsel dönüşüm çerçevesinde komşular bir araya gelip müteahhitte verdik. Konduları yıkıp apartman yaptılar. Bana üç daire düştü. Birini satıp bankaya yatırdım, birini kiraya verdim, diğerinde de oturuyoruz“ dedi. Sonra da bıyık altından sırıttı;
“ Sen ne yaptın, hala kirada mı sürünüyorsun, halkçı, demokrat yoldaş!..“ dedi.
“ Yok oğlum, evlendim, bir daire aldım “ dedim. Bozuldu.
Ona “ evlendikten sonra düğün takılarını ve hanımın bileziklerini bozdurduğumu, üzerine bankadan yüklü bir kredi çekip evi öyle aldığımı, şimdi taksitleri zar zor ödediğimi “ hiç söyler miyim, söylemedim tabi. Allah ömür verirse on beş yıl sonra borcumuz bitecek, ben de ev sahibi olacağım. Yok efendiler, ben ölürüm de halkın ortak malına tecavüz etmem. Bu ne halkçılığa sığar, ne de…
Hasan Aksoy